Çarşamba, Mart 11, 2015

Sen Jorj / Hayalhane

Erik Satie'nin Gnossienne'sının ahengini içinde barındıran bir 17. yy tablosu... (Camların arkasındaki boyalı ve çizgili suratlar, dudaklarını yer çekimine meydan okutmaya uğraşıyor, ama başarısız.) Tabloda bir adam yatıyor, başucunda da bekliyor bir rahibe. Rahibenin elindeki ışık, karanlığın azametini kanıtlamak istermişçesine cılız. (Camların arkasındaki zayıf vücutların derileri de yer çekimine yenik.) Tablodaki adam ölüyor.

Merdivenler spiral şekilde aşağı kata kıvrılırken bir başka tablo bize başka ezgiler fısıldıyor. (Anımsayamıyorum tam adını, ama bir 19. yy noktürnü.) Jan Dark kılıcıyla yer çekimini deliyor, arkada bir köy morcivet alevlerle yanıyor. Tablo sustu, merdiven bitiyor. Parlak çinilerle bezenmiş duvardan yansıyan ışık aklımı karıştırıyor. Siyah ve kıvırcık kafalar var, duvarda yahut karşı bekleme koltuklarında, zihnim bulanık. Soğuk bir şey vücuduma değince anlıyorum artık o koltuklarda oturmadığımı. O koltuklara geri dönmek istiyorum, ancak dönemiyorum. Söylenilenler tınılara dönüşüyor ve merdivenleri yalayarak yukarıya ulaşıyor. Kendimi ölü adam tablosunun önünde buluyorum. Adam hala ölü, lakin tabloda yaşam sürüyor; ışıktan anlıyorum.

Bırakıp o yaşamı, dolaşıyorum çevrede. Camdan çevrili dışarıya açılan kış bahçesi görünümlü bir odaya giriyorum. Oda, başka evlerin balkonlarıyla, camlarıyla karşı karşıya. İnsanlar melodilerin hoş sedasını duyabilmek istercesine yakınlaşmış sanki. Aynı zamanda iniltileri duymamak çabası sarf eder gibi evler, kulak ve gözlerini sımsıkı örtmüş. Ben de örterek çıkıyorum. Her şey çığlık çığlığa; ölü adam, rahibe, Jan Dark, siyah kafalar... Müzik bile çığlık atıyor. Camlar arasındaki buruşuk, boyalı, sarkık yaratılmışlar seslendi bana: Küçük hanım, reçetenizi imzalatmayı unuttunuz. Hatırlamak istemiyorum. Çıkıyorum. Biranın yerel koku olduğu bir sokağın camiisinden Galata'nın kendisi silüetleşiyor. Ben, kaçıyorum.