Salı, Nisan 07, 2015

Adonai Echod / Hayalhane

Mecusi ateşi gibi sönmemek üzere yakılmış olan şehir ışıkları, gökyüzünün tüm beneklerini silmiş. Ay dahi temsili bir siluetle arz-ı endam etmekte. İnsanoğlunun üstün olma güdüsü atmosferi delip fezaya ulaşmış. Negatifle pozitifin birleşiminden doğan suni ziyalar, evrenin parlak taşlarına meydan okuyacak kadar cüretkâr. Böyle bir durumda bile âdemoğlu, elindeki mercekli boruyla gökyüzünde değerli taş arayışında. Bulduğu vakit, onlara ulaşamadığı halde, bir sahiplenme belirtisi olan ad koyma eylemini onlar üzerinde gerçekleştirecek. Hatta aşırı bir cesaret ile belli taşları/kaynayan ateşleri kendi dünyevi şekillerine benzetecek. O taşlar/ateşler, kafamızı kaldırdığımızda tanıyamayacak olsak bile, istemsiz bir şekilde hayatlarımıza girecekler. Ki biz onlara bazen tanrıların adını koyacak, bazense onlardan hareketle belli şeylere isimler vereceğiz. Ölü bir beneğin bize gelen isteksiz ve istikrarsız ışığından etkilenip kimi zaman bununla övüneceğiz. Peki, onlar gerçekte, tam da şu saniyede, ne yapıyorlar?


DKB: 5000 ışık yılı uzaklıkta bir yıldız can veriyor. Mavi ışık huzmesinin içinden kızıl-pembe toz bulutları, mavilik ve siyahlığı hükmü altına yavaşça alıyor. Yıldız, son aydınlığı ile birçok yıldız doğuracak. Şaşalı bir ölüm, zarafetini boşluğa umarsızca salıyor. Siyahlığın küçük beyaz kusurları bundan ilham alarak renkleniyor. Toz bulutu genişliyor. Yıldız, son nefesini verdi.

SG: Dumanların üzerinden yükselen çiğ taneleri, gökyüzündeki Süt Yolu’nun (Samanyolu) içinde kayboluyor. Karşıdaki nehir, lav sıcağının altınları erittiği bir kaynaktan doğmuş gibi parlak ve sarı.  Nehrin sonu, ufuğun kızıllığında donuyor. Kızıl topraklar engebeli ve pürüzlü. Gün biterken Süt Yolu’nun yerini Nebulalar almakta. Altın nehrin sarısı onlara miras kaldı. Zulmet, kızıl toprağın üstünde doğdu.

GY: Turuncu kürenin üstünde içe doğru patlamalar var. Her patlama siyah dalgalarla çevrili kaynar küreyi biraz daha renklendirmekte. Mavi-turkuaz ve mor bileşenler, bir ressamın bitik boyasının tuvaldeki izleri gibi küreyi şeffaf bir renk huzmesine boğmuş. Kesif bir sıcaklık dalgasının izleri, arka plandaki kirli siyahı bunaltmış gibi. Son patlayışını sonsuz bir özlem içinde bekleyen bakır-turuncu lav adacığı, şimdilerde insan tenini bronzlaştırma işlevini görmeyi kendisi için kâfi sayıyor.

AU:  Kaynar kürenin aynası, gün be gün iki-yüzlü olmanın elemi içinde parlaklığından bir şeyler yitirmekte. Onun doğum lekeleriyle bezeli tenine değen her göz, hayatlarından eksilen zamanlarını hatırlıyor. Karanlığın bitiş, aydınlığın başlangıç olduğu yanılgısına kapılan insanlar, onun aksinin bulunduğu her yerde günün bittiğini sanıyorlar.  Kendi ışığına ve oluşuna sahip olamayan bu ayna, kimi zaman bağlı olduğu gri kürenin kendisi gibi renksiz olan sularını kendine doğru çekmekten başka bir isyankârlık göstermiyor.


Bize yaklaşan her şey sıradanlaşmaya başlıyor, bize benziyor, büyüsünü kaybediyor. Evrenin en mahremine bile el atan insanlık, ilhamı bahane ederek onları umarsızca sömürüp kendi basit benliklerine hapsediyor. Bunlardan habersiz olan sema sakinleri ise yerküreye yaklaştıkça bizim yanılgılarımızı, farkında olmadan, paylaşmaya başlıyor. Biz, bizden uzaktakilerin ölü ışıklarını mesut bir edayla izlerken yok ediliş, yaratılışın aksine tersten başlıyor...